31 Mayıs 2010 Pazartesi

İhtimal

110-Hep Beni Sevsen

- Çok sevecek misin beni?
- Öyle görünüyor...
- Ne kadar çok? İstiklal Caddesi kadar mı mesela?
- İstiklal Caddesi'nin kalabalığı kadar...

Bazen her şeyi ağlaya ağlaya anlatasım geliyor. Beni kimse sevmedi. Babam beni sevmedi, terk etti. O fiziksel olarak terk etti beni. Annem beni sevmedi, hep yanımdaydı ama her dakika hissettirdi beni ne kadar sevmediğini. Her gün yanımdaydı ama hiç yoktu. İşte insan anne babasından ne görürse onu yaparmış ya, ben de kendimi sevmedim. Her yerin fazlalığıydım ben. Kimsenin bir şeyi olamadım. Yapamadım.

Ben hiç mutlu aile görmedim. Bunun olamayacağına o kadar inanıyorum ki neye benzeyebileceğini hayal dahi edemiyorum. Bir gün evlenecek olursam kesin boşanırım, bir çocuğum olursa tek yapabileceğim annemin bana yaptığı gibi onu hayatından bezdirmek olur, kocam benden kaçar...

Ben seviştikten sonraki sabah "şimdi biz sevgili miyiz" diye soran kadın olmadım hiç. Kimseyle evlilik hayalleri kurmadım. Hayatımdaki erkekler duraklar gibiydi, kısa süre durup sonra yoluma devam ettim. Her sevgilimi çıldırtıp illa hesabın yarısını ödemeye çalışmam bile bundan. Hayatı paylaşmak falan değil bu, gittiğinde on(lar)a borçlu kalmamak için bütün çabam.

Hiç mi omzuna kafamı koyup uyuduğum adam olmadı? Oldu elbet. Bölük pörçük-huzursuz uykular. Ben hiçbirine güvenmedim. Annem, babam, sevgililerim, en yakın dostlarım... Her an gidecekleri hissiyle yaşadım.

O yüzden dünyalar tatlısı bir adam gelip de bana bir gelecek hayali verince "hadi" deyip dalamıyorum onun "Harikalar Diyarı"na. Her lafı kalbimi bir kere daha çalıyor. Her gün bana biraz daha güven veriyor. Ama ya o da giderse hepsi gibi? O çok sevdiğini söylediği gülümsemem yüzünden dudak kenarlarım erkenden kırışacak, o kırışıklıkların ortaya çıkmasıyla ya sevgisi biterse bana? Bana çok yakıştırdığı taytım bir gün gözünü tırmalamaya başlarsa... Onu güldürdüğümü söylemişti bana. Halbuki ben depresifler prensesiyim. Karanlık yerlerini gördüğünde ruhumun sıkılırsa benden...

İlk defa bu kadar yakınım bütün mantığımı olduğu yere gömüp gidivermeye bir adamın peşinden. Eli sırtımda gezinsin, saçlarımı dağıtsın, ben omzunda uyuyayım, iki çocuğumuz olsun. Yaşlı bir çift görmüştüm bir gün sahilde; adam karısının ayağını seviyordu, sonra da öptü şefkatle. Gülümsedim onlara ve biliyordum, böyle şeyler benim başıma gelmezdi.

Gelir miydi?

Gelir mi?

28 Mayıs 2010 Cuma

"enjoy the ride"

* ilhan şeşen - gördüğüme sevindim

Arabadayız. Akşam olmuş. Bütün kendinden eminliğiyle radyoyu açıyor. İlki değil... Ama ikincisi güzel.

- Aaa, sesini açabilir miyiz?*
- Tabii açarız.

Yüksek sesle müzik dinlemeyi sevmediğimi "henüz" bilmiyor. Onun açtığı sesi biraz kısıyorum. Sonra şarkıyı mırıldanmaya başlıyor.

(- Peki ne tarz müzikler dinliyor?
- Bilmiyorum.
- Bilmiyor musun?)

Aynı şarkıyı bilmemiz, dahası beraberce mırıldanacak kadar bilmemiz beni sevindiriyor. Evet hâlâ ne tarz müzikler dinlediğini bilmiyorum ama bizim artık bir şarkımız var...

Gözünde gözlükleri var. Bir de elinde sigara. Ona bakıyorum, gözlüğü ve sigarası ona olgun bir hava katıyor. İçimde bir an için sanki onunla uzun yıllar geçirebilirmişim gibi bir his uyanıyor. Sanki bir on yıl atlıyoruz, sanki bir dost ziyaretinden beraberce evimize dönüyoruz, sanki birbirimizi çok iyi tanıyoruz.

Etrafta gördükleriyle alakalı yorumlar yapıyor. Ben yine çok miktarda gülüyorum.

-Senin var mı "gönül yaran"?
Sanki bundan iki sene önce aşk acısından sürünen, halıların üstünde ağlayan ben değilmişim gibi elimi sallayıp "ne alakası var" anlamına gelecek bir hareket yapıyorum. Bu sefer de ben onu güldürüyorum.

(- E madem hoşlanıyorsun seni davet ettiğinde niye gitmedin?
- Ya böyle hemen kabul ediyormuşum gibi olmasın dedim.
- Haa anladım işleri ağırdan almak istiyorsun...
- Hayır hayır, işlere müdahale etmemek istiyorum daha ziyade. Ne ağırlaştırmak ne hızlandırmak... Şu an mutluyum, bu böyle kalsın istiyorum...)

İneceğim yere yaklaştığımızda emniyet kemerimi çıkarıyorum ve üzülüyorum. Vedalaşıveriyoruz hızlıca. Her seferinde olduğu gibi bu kez de vedalaşırken başka bir şeyler daha söylemiş olmam gerekirdi diye düşünüyorum.

Özetle bu aralar manasız bir biçimde gülümseyip duruyorum. Chantelle'in bir şeyler anlatırken birden anlattığı şeyi yarıda kesip "heeey, are you there" demesine sebep olacak derecede dalıp dalıp gidiyorum. İyi hissediyorum...

25 Mayıs 2010 Salı

uykusuz. rüyasız. masalsız.

prensesin uykusuyum-redd

Bugün düşündüm de, hiç olmayacak hayatım. Hiç yaşayamayacağım.

Senin olmadığın bir gece. Ben aynen böyle üzerime kalın bir şal almışım, uyuyakalmışım. Kulağımda kulaklıklarım. Dinlediğim şarkı biteli çok olmuş. Saçlarım iyice uzamış o zaman, yine böyle dağılmış. (Evde saçımı toplamaktan hoşlanmam, bilirsin.) Sen gelirsin sonra, eskiden bir gün yaptığın gibi omzumu tutup dağınık saçlarımdan öpünce ben uyanırım. Uyandığımda sesimi yitiririm ya ben. Bir şeyler homurdanırım uyku sersemi. Sonra uzanırız yatağa, benim omzumda sen çeneni koy diye yapılmış o boşluk var ya hani, senin kolunda da ben rahat uyuyayım diye yapılmış bir çıkıntı var. "Sarıl bakalım" dersin sen "birkaç hafta sonra havalar ısınınca kaçacaksın benden." Yazın da hiç sevişilmiyor hakikaten...

Sonra ben en huzurlu uykuyu uyurum senin omzunda. Sonra uyanırız. Sanki hiç birlikte uyumamışız gibi uyanırız.

Ne ben o saf çocuğum artık, huzurlu uykulara dalabilecek. Ne de sen o güçlü adamsın, beni omzunda uyutabilecek.

It was just a dream.

20 Mayıs 2010 Perşembe

evlenilecek erkekler var, eğlenilecek erkekler var

Kendi pasta dilimimi bitirip elimde çatal onunkini süzdüğümü fark ettiğinde "ben yemek yemeye çıktığımızda salata yiyen kızlardan nefret ediyorum, al benim pastamı da ye al al" diyen, bana mütemadiyen çikolata taşıyan Okan, "namusum ol, her şeyim ol, seni istiyorum" gibi kafamı duvarlara vurmama vesile olacak laflar eden Mehmet ve beni ilk gördüğü yaz akşamı tesadüfen bana açmış olduğu kapıda bana bakıp kalan, aynı akşam "seni kapıda gördüğümde nasıl kitlendiğimi fark ettin mi, bence kadın senin gibi olur" diyen Harun ismindeki adaylarımızdan elbette ki "d- hiçbiri"ni seçip "ben beyaz atlı prensimi arıyorum bebişim, sizinle zaman kaybedemem, Umut Sarıkaya ile evlenip asla böyle iltifatlar duymayacağım bir hayat yaşayacağım" diyorum. Dün gece Syd'ciğim sordu "Jude Law?" hayır bebeğims dedim, Jude Law vs Umut Sarıkaya'da Umut'u, Nejat İşler vs Olgun Şimşek'te Olgun Şimşek'i seçecek bi bünyem var. Neden? Ben de bilemiyorum. Karizmadan yıkılan erkek modeline kılım. İnsan olun lan!

19 Mayıs 2010 Çarşamba

Devam

Birkaç hafta önce KJB'min gönderdiği bu blogun açılmasına da vesile olan mesaj. Ben çok eğlendim okurken, sizinle de paylaşmak istedim:

"afidirsing ama şu skiş skuş hikayelerine bi ara ver de, biraz insan gibi neler yaşadığını anlat artık lan , şurama kadar geldi. özledik olum seni de, bastın gittin resmen a.'ya napıyosun ne ediyosun merak içindeyiz. ha merak içindeyiz de kılımızı kıpırdatıyomuyuz hayır tabi ki, zira biliyoruz ki yatak odası canlıysa hayattasın filan. gerçi yatakta ölü gibiymişin diyollaaaa! haushauahsuahaush çok özledim lan.

sen demiştin ki bi keresinde ben şu tolga ibnesine bukadar aşığım bi sayfa yazı yazamadım adama oturup da diye. tereciden aldığımı tereciye satarak hoooooooooooop primin de allaını yapıyorum tabi ki. sana tabi ki hiçbişey yazmadım o arada ama takibindeyim bebeğim. aramıza tekrardan hoşgeldin. huysuz ve tatlı kadın. ayrıca ince dudaklı güzel burunlu hentai memeli kadın. yüzün de nuri iyem in kadınları gibiymiş ha bu resimde!"

18 Mayıs 2010 Salı

hafifim, hafifsin, hafif... ya da "nejat dur"

"Fakat daha sonra, hafif kadınlara öz, iç çamaşırları başlıyordu."

(Paris Yıldızı, Emile Zola, s. 469)

Yok konumuz üç aydır Paris Yıldızı'nı bitirememiş olmam değil. Ki gördüğünüz üzere kalmış şurda bi 30 sayfam, bitti bitecek. Konumuz o "hafif kadınlara öz" kısmıdır şu üstte gördüğünüz cümlenin. Daha sonraki sayfada ise bu çamaşırlardan neyi kastettiğini öğreniyoruz. Tabii ben ne bekliyorum içten içe işte efendim jartiyerler, kırbaçlar, tangalar (Emile'nin anlattığı o yıllarda sanki tanga var da), nebleyim çanlı donlar havada uçuşsun. Ama meğer neymiş "ince işlemeli çamaşırlar, kolluklar ve beyaz kravatlardan tutun da, boyun atkıları ve beyaz yakalara kadar bir sürü değişik fantezi..." Baya fantastikmiş hakikaten!

Dahası diyelim ki hakikaten kırbaçtan bahsediyor olalım, hemen bi kırbaçla hafif kadın mı olduk lan! Belki ben kocama yapıyorum Emile ne biliyorsun?

İşte tabii işin aslı ne, kimse zamanında emile'yi kırbaçlamadığı jartiyerlere boğmadığı için adam gitmiş o uzun gecelerde oturmuş roman yazmış, dünyaca ünlü edebiyatçı olmuş. Ben ne yapıyorum; jartiyerli fantezilerimle anca blog dolduruyorum. Blogu okuyan da her gece Nejat'layım sanacak. Halbuki pübis kemiğimle yanlarım arasında sıkışmış cinsel hayatım...

(Nejat derken, "Nejat İşler / İçime işler"den bahsediyorum.)

17 Mayıs 2010 Pazartesi

Huzur

Ahmet Hamdi Tanpınar'ın kitabı olan Huzur'dan bahsediyorum, yoksa kendim 1 gram huzurlu değilim.

Lise 2'deyiz. ben o zamanlar dershanedeki Türkçe hocama aşığım. Hh bak yine aklıma geldi, Sinan Hoca dağ gibi adamdı. O da herhalde benim durumumun farkında olduğundan hoş tutardı beni, yok kalemini verirdi, derste vereceği örnek cümlelerde benim adımı kullanırdı, bir de işte kitap tavsiye etmişti. Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur.

"Oku o kitabı ama şimdi anlayabileceğini sanmıyorum" demişti. Koşup gittim buldum ve okudum tabii ki. Gerçekten ben de şu an bilemiyorum o kitabı o zaman okuduğumda ne kadar anlamışım, emin değilim.

Derken Haftalık dergisinin 3. yaş özel sayısında bir cümle karşıma çıktı. Huzur'dan. Çok güzel bir cümleydi fakat ben o sayıyı gözümden sakınırken bir şekilde kaybettim. Neyse efendim gel zaman git zaman ben gidip Dost Kitabevi'nde sayfa sayfa Huzur'u mu incelemedim, o cümleyi mi aramadım derken tekneolojinin nimetleri sayesinde buldum o çok güzel cümleyi, tekrar kaybetmemek için de buraya yazıvereyim. Hem de hissiyatıma uygun düştü...

"Biliyorum, dedi. Yeni bir hayat lazım. Belki bundan sana ben daha evvel bahsettim. Fakat sıçrayabilmek, ufuk değiştirmek için dahi bir yere basmak lazım. Bir hüviyet lazım."

Ya işte böyle sevgili günlük. Kim olduğunu bilmediğin zaman başka biri olmak da imkansızlaşıyor. Hindistan'a mı gideyim, yoga mı yapayım, nerlerde bulayım kendimi bilemiyorum.